Galip Derviş, Kıbras’ta meydana gelen şüpheli bir ölüm olayının kaza mı yoksa cinayet mi olduğunu araştırıyor. İstanbul'dan Kıbrıs'a giden ve bedava paraşütle atlama dersi kazanan Mert Uslanmaz adlı bir genç, uçaktan düşerek ölür. Ancak ölüm sebebi, paraşütünün açılmaması değil, havadayken boğulmuş olmasıdır. Yapılan otopside, ciğerlerinin suyla dolu olduğu tespit edilir. Oysa düştüğü yerde su yoktur. Hem vakanın ilginç oluşu nedeniyle, hem de valinin devreye girmesiyle Derviş, Hülya ile birlikte Kıbrıs'a gider. Hülya için güzel bir tatil fırsatı, Derviş içinse tam bir çileye dönüşür bu yolculuk. Daha otele vardıkları ilk andan itibaren birçok aksilikle uğraşmak zorunda kalırlar. Derviş'in, içinde bütün erzakının olduğu bavulları çalınır, her zaman içtiği şişe sudan bir türlü bulamadığı ve dışardaki yiyeceklere güvenmediği için günlerce aç ve susuz kalır, Hülya bütün parasını kumarda kaybeder. Üstelik bütün bunlar yetmezmiş gibi birileri Derviş'i öldürmeye çalışır. Onun davaya danışmanlık yapmasından pek memnun olmayan ve davayla ilgili farklı teorileri olan Kıbrıslı meslektaşları ise, önce Derviş'in yöntemlerine şüphe ve alaycılıkla yaklaşsalar da fikirleri değişecektir. Sonunda aç ve susuz Derviş, cinayetin göründüğü gibi “olağanüstü” olmadığını, geçmişteki bazı olaylarla ilişkisini ve aslında birden fazla cinayetin işlendiğini ortaya çıkarır.